TÜRKİYE’NİN BUĞDAY GERÇEĞİ
Toplumumuzun ana gıda maddelerinin başında gelen buğday, tarım ekonomimizin de başrol oyuncularındandır. Özellikle mamullerinden un, makarna, bulgur ve irmiğin dış ticaretimizdeki çarpıcı durumunun, kamuoyunda yeteri kadar bilindiğini söylenemez. Rusya’dan ithal edilen buğdayın, dâhilde işlem rejimi[1] listesinin dışına çıkarılma konusundaki gelişmeleri de göz önünde bulundurduğumuzda, olayın detaylı bir biçimde ele alınmasında yarar görülmüştür.
Önce şu konuya bir göz atalım: Bir uluslararası gıda strateji araştırma kuruluşu tarafından ana gıda maddelerinin başında gelen buğday, 2020’lere gelindiğinde, talebi düşen tek ürün olacağı tahmin edilmiştir (2005 de 68,5 kg/yıl/kişi olan dünya buğday tüketiminin, 2023 de 66,2 kg/yıl/kişi ye düşüşü; Grafik), (Açıkgöz 2013[2]). 1960’larda 110 kg/da olan dünya buğday veriminin, 2010’larda 280 kg/da’a çıktığı bilinmektedir. Bu rakamın artan nüfus ve iklim değişiklikleri nedeniyle 2050’lere doğru 380 kg/da’a çıkartılması zorunlu görünüyor. Aksi takdirde söz konusu yıllarda, o dönemin nüfusunu doyuracak yıllık üretim beklentisi olan 860 milyon tona ulaşmak, olanak dışı görünüyor. Bu amaçla ülkeler, özellikle birim alandan alınan ürünü artırmak için adeta yarışmaktadırlar. Nitekim Birleşik Krallık 2020’lerde dekara 2 ton verimi hedef olarak belirlemiştir[3].
Türkiye de 1960’larda 10 milyon hektar olan buğday ekim alanını 7 milyon hektarlara indirirken, üretimini birim alandan sağlanan verimle kapatmıştır. Ülkemizde buğday verimi, 2013 verilerine göre, 315 kg/da ile dünya buğday verim ortalamasının üzerindedir. 2016 yılında Türkiye 7,8 milyon hektar alanda 17,3 milyon ton buğday üretmiştir ki bu miktar hemen hemen ülke buğday tüketimini (17,6 milyon ton) karşılamaktadır.
O zaman, bazı yıllar 5 milyon tona ulaşan buğday ithalatı ile ilgili kritikler neye dayanmaktadır?
Türkiye, coğrafi olarak kuzeyinde Rusya, Ukrayna gibi buğday üreticisi ülkelerle, güneyinde Irak, Suriye gibi üretimleri yeterli olmayan, fakat Türkler gibi fazla ekmek tüketen ülkelerin arasında, adeta bir bağlantı noktasında bulunmaktadır. Ve bu durumdan ticari olarak yeterince yararlanmaktadır. Türk un ihracatçıları bu pozisyonu daha da öteye taşıyabilmiş ve örneğin un ihracat yelpazesini, başta Uzak Doğu ve Afrika olmak üzere, 100 ülkeye genişletmiştir. Böylece 2016 yılı Dünya genelinde 12 milyon tonluk un ticaretinin %30’unu gerçekleştirerek, un ihracatçıları listesinde ilk sırayı almışlardır. İhracat kalemlerinde sadece ekmeklik değil, makarnalık, bisküvilik ve diyabetik kategoriler de yer almaktadır. Bu konuda 710 un fabrikası çalışanı, kazancı ile ekonomimize katkı sağlamaktadırlar. Kalan kepek de, yem fabrikaları için ham madde olarak değerlendirilmektedir. Bütün bu avantajlarla, Türk un ihracatçısının dünya pazarındaki rekabet gücü sürdürebilir görünümdedir.
Makarna da Türkiye’nin buğday ürünlerinden ikinci önemli alanıdır. Kişi başına yıllık 8 kg makarna tüketimi 23 makarna fabrikasınca karşılanmaktadır. Kapasite kullnımı %70 çivarında olan bu fabrikalar her yıl iki milyon ton makarna üretmektedirler. Türkiye’de makarna %100 durum buğdayı ile imal edilir. Afrika’da makarna imalatında ise %30 oranında ekmeklik buğday katılabilmektedir. Bu durumdan yararlanan makarna ihracatçıları 2015 yılından itibaren, dâhilde işleme rejimi çerçevesinde gümrüksüz olarak ithal ettikleri hammadde ile Afrika pazarında etkili olmaya başlamışlardır. Makarna ihracatı 750 bin tonlara ulaşmıştır.
İşlenmiş buğday ürünlerinden bulgur da ihraç kalemleri arasındadır. Başta ABD ve Suudi Arabistan olmak üzere birçok ülkeye yapılan bulgur ihracatı 37 bin ton civarındadır.
İşte bu yelpazede buğday çiftçimize ekmeklik, makarnalık, bisküilik, bulgurluk olarak kullanılmak ve Orta Anadolu, Geçit Kuşağı, Sahil Kuşaklarının, kuru ve sulu koşullarında en iyi performans gösterecek yeni genotipler – çeşitler ıslah etmek zorundayız. Mevcut buğday ıslah kadro ve projeleri ile yelpazenin gerektirdiği çeşitleri zamanında yetiştirmemiz olanaksız görünüyor. Yurt dışı materyale ödenecek royaliteler (ıslahçı hakları) vicdanları sızlatmaktadır. Özellikle, onlarca Ziraat Fakültesine sahip Türkiye, acilen, genotip geliştirmede adeta snıfta kalan üniversiteleri devreye sokacak sistem değişikliğine gitmelidir. Bu amaçla, öncelikle Türk tohumculuğunun üst kuruluşları konuyu gündemlerine almalıdırlar.
Nazimi Açıkgöz
-
İstanbul İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Suat Parıldar atandı
-
Taşra Teşkilatı Yer Değiştirme Yönetmeliği yayımlandı
-
TAGEM’de Bazı Bürokratlar Görevden Alınarak Yeni Atamalar Yapıldı
-
KPSS 2024/4 tercih kılavuzu yayımlandı
-
Kamuda çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarından ücretlerinin iyileştirilmesi talebi
-
Kandıra Karpuz Festivali Renkli Görüntülere Sahne Oldu